29 Mart 2016 Salı

Hated: GG Allin & the Murder Junkies (1993)


Punk rock performansçısı GG Allin ve solistliğini yaptığı Murder Junkies grubunu anlatan bir belgesel olan "Hated", temeline pislikleriyle ünlü bir herifi oturtmuş olsa da oldukça eğlenceli ve akıcı ilerliyor. GG kadar absürd olmayı beceremese de içinde GG kadar absürd bir çok kişiyi barındırıyor. 

GG kendini yasaların önünde tanımlıyor, yapamayacağım hiç bir şey yok diyor, "kendi bokumu bile yiyorum." Evet, GG Allin sahnede sıçması ve kendi dışkısıyla haşır neşir olmasıyla ünlü (!) ve belki bir de extra küçük penisiyle (sahne performanslarını çoğunda çıplak olduğu için ister istemez gözümüzün önünde duruyor). Belgesel GG'nin kariyerindeki son yıllara odaklanıyor, belgesele kadar yaklaşık 10 senedir müzikle haşır neşir olan GG'yi artık eroin ve benzeri uyuşturuculardan tükenmişliğin sonuna  yaklaşmış olarak görüyoruz ki nitekim kısa süre içinde de overdose'dan ölüyor. Müzik dünyasına ne kadar katkısı olmuştur bilemiyorum ama performans konusunda oldukça ilginç gösterilere katkıda bulunduğu bir gerçek. 

Todd Phillips'in Hated ve Frat House gibi weirdo belgesellerden sonra nasıl olup da mainstream Amerikan komedilerine kaydığı da kafalarda soru işareti bırakıyor.

24 Mart 2016 Perşembe

Tomb Raider (2013)

Tomb Raider'ın yeni serisi bizi Lara Croft'un gençliğine götürüyor. Yeni karakter tasarımıyla karşımıza çıkan genç Lara Croft'u ilk seferlerinden birini tecrübelerken oynuyoruz. Eleştirmenler tarafından da tam not alan bu orijin hikayesi geçtiğimiz aylarda Rise of the Tomb Raider oyununun çıkmasıyla bir seri olma yolunda ilk adımlarını attı. Eski Lara Croft'tan sonra yenisine alışmak ilk başta biraz zaman alsa da oyunu oynadıkça ve hikayenin içine girdikçe, genç Lara'yı da benimsemekte gecikmedim. 


Oyunun grafikleri mükemmel bir görsellik sunuyor, sadece karakter tasarımı ve hareketleri değil, aynı zamanda mekan tasarımı olarak da oldukça başarılı. Özellikle ışık detayları oyunda beni en çok etkileyen tasarımlardan biri oldu, yüksek bir tepeye çıkınca gün ışığının yansıması, karanlık bir mağarada meşaleyi yaktığında etrafın aydınlanış şekli vs. Kostüm detayları, koştukça, tırmakdıkça kostümün kirlenmesi, çamur, kan gibi efektlerin karakterin üzerinde belirmesi bir diğer tasarımsal artılardan. Hareket kabiliyetlerinden en çok ön plana çıkan ise açık ara tırmanma bölümleri. Lara Croft, Tomb Raider oyunlarında, bacaklarına takılı silahları kadar tırmanmalarıyla da ünlüdür ve bu seri şimdiye kadar oynadığım Tomb Raider oyunlarının içinde bu bölümleri en iyi - ve en heyecanlı - hale getirmiş oyun diyebilirim. 


Oyunun hikayesini bitirdikten sonra da, benim gibi takıntılı gamerlar için olsa gerek, haritaya tekrar dönüp kalan objeleri toplayıp, gizli mezarları bulup, eksik hiç bir şey kalmamacasına oyunu tamamlayabiliyorsunuz. Oyun içinde çözmemiz gereken puzzle'lar diğer Tomb Raider oyunlarına göre nispeten kolay bu yüzden ilerleyişi pek zorlayıcı değil, ve buna ek olarak final boss kısmı da oldukça kolay ve çabuk bitiyor. Ama bunu da resetlenen hikayedeki Lara Croft'un acemiliğine veriyorum, serinin diğer oyunlarında zorluk çıtasının biraz daha yükseltilmesi dileğiyle.

11 Mart 2016 Cuma

Until Dawn

Until Dawn, son zamanlardan oynadığım - hatta uzun zamandır oynadığım - en iyi korku oyunu. İnteraktif bir şekilde ilerleyen hikaye sonlara doğru kalp krizinin eşiğine gelmeme neden oldu. Hele ki Sam karakteri olarak oynanılan son bölümde kaskatı kesildim diyebilirim. Oyunun hikayesi 10 arkadaşın  - Hannah, Beth, Chris, Ashley, Matt, Michael, Jessica, Samantha, Emily ve Josh - bir dağ evinde geçirdikleri bir geceyle başlar. Michael'a aşık olan Hannah'ya şaka yapmak isteyen arkadaşların bu şakası ters teper ve Hannah utanç içinde evden koşarak kaçar. Hannah'nın ikizi olan Beth de peşinden gider ve eğlenmek adına yapılan bu şaka Hannah ve Beth'in ölümüyle sonuçlanır. Aradan bir sene geçer ve Josh - Hannah ve Beth'in kardeşi - grubu yeniden bir araya getirip, kötü olayların üzerine bir perde çekmek adına, herkesi yeniden dağ evine davet eder. Dağ evine gelen bu grup arasında garip olaylar yaşanmaya başlar, fakat olanlar sadece evdeki şeylerle sınırlı değildir... 



Hikaye, grafikler, korku öğeleri, soundtrack, karakterler, oynanabilirlik, kısacası oyuna dair her şey harika. Bir korku oyunundan beklediğim her şeye sahip ve bunların başında tabiki beni ne kadar gerebildiği geliyor ve de gore seviyesi. Until Dawn bunu gereğinden fazla başarıyor. Tabiki bir takıntılı olarak yine ille de herkese oyunun sonuna kadar yaşatacağım mottosuyla hareket ettiğim için ve daha ilk dakikadan Ashley'yi yaptığım aptal seçimle (spoiler: o kadar korku filmi izlerim hala sesi takip etmemem gerektiğini öğrenemediysem yuh bana) öldürdüğüm için, oyuna yeniden başladım ve ikinci oynayışımda kimseyi öldürmeden sonuna kadar getirmeyi başardım. Sanırım gerim gerim gerilmemde bu çabamın da bir etkisi olabilir; çünkü şöyle ki oynanabilirlikte hızlı seçim tuşlarının olduğu ve oyun kolunu kıpırdatmamanız gereken yerler var, işte oralar her an kalp krizi geçirme tehlikeleri taşıyan kısımlar. Tabi bunun üzerine bir de karşınıza çıkan seçimler oluyor ki yanlış seçim karakterinizin ölümüne neden olabilir, şayet oyun "kelebek etkisi" meselesiyle ilerliyor. Yani yapılan her seçim bir sonraki seçimi ve oyunun gidişatını etkiliyor.


Tekrar tekrar oynanabilir mi emin değilim çünkü ikinci, üçüncü oynayış için ilk kısımları sıkıcı olabilir; ama oyunu bitirdikten sonra bölümlere ayrı ayrı giriş yapabilme imkanı sunuluyor. Böylece asıl heyecan kazanan 5 ya da 6. bölümden sonra tekrar oynamak eğlenceli olabilir. Belki bu sefer de herkesi öldürerek oyunun sonuna ulaşmayı denerim, ya hep ya hiç. Ayrıca favori karakterimin Samantha, en sevmediğim karakterin de tabi ki kaltak Emily olduğunu söylemeden geçemeyeceğim (ki oyunun terapi seansında geçen bölümlerinde buna benzer bir bölüm yok değil).  




9 Mart 2016 Çarşamba

Indie Oyun Çılgınlığı

Playstation 4 aldığımdan beri oyuna para vermekten gına gelmiş olacak ki bu aralar kendimi çoğunlukla ücretsiz oynanabilen bağımsız oyunlara vermiş bulunuyorum. Bağımsız oyun nedir diyecek olursanız, video oyun şirketleri tarafından finansal olarak desteklenmeden, bireyler ya da küçük ekipler tarafından oluşturulan, dijital dağıtım üzerinden kendini pazarlayan güzel oluşumlar. Benim son dönem içinde oynadığım ve bu yazıda bahsedeceğim indie oyunlar, genel hatlarıyla interaktif, simülasyon ve korku türlerinde oyunlar. Oldukça kısa olmalarına rağmen bazıları fikir açısından bir hayli etkileyici. 

Emily is Away


Emily is Away için 2000'lerin başında geçen, MSN kültürü üzerine kurulmuş, Windows XP stili bir interaktif hikaye anlatımı diyebiliriz. Oynanılan karakterin emerly35 nickli Emily ile 5 yıla yayılan internet konuşmaları üzerinden ilerleyen oyun, önümüze sunulan 3 konuşma seçeneği üzerinden ilerler. Oyunun en eğlenceli kısmı seçenekleri seçtikten sonra klavyede sahte bir yazma deneyimi yaşatması. Eksi noktası ise ne kadar farklı kombinasyonda seçim yaparsak yapalım, Emily tarafından ağzına sıçılan kişi olarak oyunu bitiriyoruz. Sanırım geek'lerin kaderi bu... Oyunun Steam yorumlarına baktığınızda ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz.

Port of Call


Klişe sayılabilecek konusuna ve kısalığına rağmen, hafif ürkünç atmosferiyle oynaması kısmen eğlenceli bir oyun. Konu klişe sayılsa bile, diyalogları okumak ve konunun içinde bulunarak, seçimler yaparak bunu tecrübelemek keyifli sayılabilir. Aynı zamanda sonunda da yine bizi "hayati" bir seçimle yüz yüze getiren oyunlardan. Bir limanda uyanırız ve garip bir tekneye bineriz. Kaptan bizden yolcuların biletlerini kesmemizi ister. Klasik bir ölümden sonra hayat hikayesi. 

The Static Speaks My Name


Kesinlikle bu listenin en iyi oyunlarından biri. Oyun demek doğru olur mu bilemiyorum çünkü oyunun yapımcısına göre bu bir "sanat projesi". Bir nevi intihar deneyimi simülasyonu. Hikaye gerçekten çok absürd, mekan oldukça rahatsız edici. Verilen görevleri yapmak dışında etrafa bakınmakta fayda var çünkü orada burada gizlenmiş garip notlar, fotoğraflar ve her yere dağılmış palmiye resimleri - ki onların üzerine de çeşitli notlar yazılı, hikayeyi rahatsız edici kılan detaylar. Oyunun sonunda karşımıza başka intihar senaryoları çıksa da, maalesef bu senaryolara sadece uzaktan bakmakla yetiniyoruz. Devamı getirilemediği için mi yoksa tek hikayeyi interaktif bırakmak için mi orasını bilemiyorum. 

Depression Quest


Kendisine bir depresyon simülasyonu diyebiliriz (!) Ben oynarken sinir krizi geçirdim ama herhalde depresif bir insan oynarsa gerçek anlamda daha da depresyona girebilir. O kadar iç kıyıcı bir oyun. Müziğinden tut, karakterin uyuzluğuna kadar - sevgili depresifler no offense. Çoktan seçmeli, metin tabanlı bir oyun. Seçtiğiniz seçeneklere göre daha depresif bir moda girerseniz, iyi seçeneklerin üzeri otomatik olarak çiziliyor ve seçemiyorsanız. Ancak benim gibi adamı sürekli dışarı çıkmaya, insanlarla görüşmeye zorlarsanız, depresyonun derinliklerine girmeden olayı atlatabilirsiniz sanırım. Yoksa kızdan da ayrılıyorsunuz haberiniz olsun. 

Serena


Tek mekanda geçen bir gizem çözme hikayesi olan Serena, "point&click" oyunlarından. Oyunun amacı etraftaki objelere tıklayarak, karaktere karısıyla ilgili anılarını hatırlatmaya yardımcı olmak. Oldukça basit ve kısa bir anlatıma sahip, bu yüzden dolayı olacak ki oyunu tek oturuşta bitirmek gerekiyor çünkü save etme özelliği yok. Türü korku olarak geçse de pek korku öğesine sahip değil, sadece bir iki korkunçlu tablo mevcut, bir de atmosfer yaratan saat tik takları. Başta klişe gibi gözükse de sona yerleştirilen küçük twist (ki o da klişe bir twist sayılabilir), hikayeyi aşırı tahmin edilebilirlikten kurtarmış. 

To Burn in Memory


Kesinlikle çok sıkıcı. Oyun mu oynuyoruz kitap mı okuyoruz belli değil. Metnin içinde o kadar kayboldum ki ne oyunun amacını anlayabildim ne metnin kendisini. Okuduklarıma göre sanırım olmayan bir şehrin keşfedilmesi üzerinden yola çıkan bir oyunmuş, fakat hiç bir görsellik olmaması, hatta ses bile adam akıllı olmaması, ve metnin sürekli kendini tekrarlayarak aynı yere dönmesi, oyunu işin içinden çıkılmaz bir hale sokuyor - en azından benim için bu böyle. 

Only If


Benim için "rage quitting"in vücut bulmuş halidir kendisi. Saçma sapan bir hikaye, bağırıp çağıran kaba saba bir adam. Hadi sonunda bir yere varsa içim yanmayacak, ama o da yok. Anthony isimli gencimiz "çılgın" bir parti ertesi parti evinin yatakodasında uyanır ve bu kaba saba adam tarafından mütemadiyen taciz edilir. Önümüze iki kapı çıkar, ama yaptığımız seçim hiç bir şeyi değiştirmez. Yine de iki oyunu da oynamak zorunda kaldım ben nedense. Oynanabilirlik yerlerde, sinir hastası olmamak elde değil. Grafikler, mekanlar güzel ve ilgi çekici olsa da, oyun kesinlikle oyuncuyu içine almıyor.