Playstation 4 aldığımdan beri oyuna para vermekten gına gelmiş olacak ki bu aralar kendimi çoğunlukla ücretsiz oynanabilen bağımsız oyunlara vermiş bulunuyorum. Bağımsız oyun nedir diyecek olursanız, video oyun şirketleri tarafından finansal olarak desteklenmeden, bireyler ya da küçük ekipler tarafından oluşturulan, dijital dağıtım üzerinden kendini pazarlayan güzel oluşumlar. Benim son dönem içinde oynadığım ve bu yazıda bahsedeceğim indie oyunlar, genel hatlarıyla interaktif, simülasyon ve korku türlerinde oyunlar. Oldukça kısa olmalarına rağmen bazıları fikir açısından bir hayli etkileyici.
Emily is Away
Emily is Away için 2000'lerin başında geçen, MSN kültürü üzerine kurulmuş, Windows XP stili bir interaktif hikaye anlatımı diyebiliriz. Oynanılan karakterin emerly35 nickli Emily ile 5 yıla yayılan internet konuşmaları üzerinden ilerleyen oyun, önümüze sunulan 3 konuşma seçeneği üzerinden ilerler. Oyunun en eğlenceli kısmı seçenekleri seçtikten sonra klavyede sahte bir yazma deneyimi yaşatması. Eksi noktası ise ne kadar farklı kombinasyonda seçim yaparsak yapalım, Emily tarafından ağzına sıçılan kişi olarak oyunu bitiriyoruz. Sanırım geek'lerin kaderi bu... Oyunun Steam yorumlarına baktığınızda ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz.
Port of Call
Klişe sayılabilecek konusuna ve kısalığına rağmen, hafif ürkünç atmosferiyle oynaması kısmen eğlenceli bir oyun. Konu klişe sayılsa bile, diyalogları okumak ve konunun içinde bulunarak, seçimler yaparak bunu tecrübelemek keyifli sayılabilir. Aynı zamanda sonunda da yine bizi "hayati" bir seçimle yüz yüze getiren oyunlardan. Bir limanda uyanırız ve garip bir tekneye bineriz. Kaptan bizden yolcuların biletlerini kesmemizi ister. Klasik bir ölümden sonra hayat hikayesi.
The Static Speaks My Name
Kesinlikle bu listenin en iyi oyunlarından biri. Oyun demek doğru olur mu bilemiyorum çünkü oyunun yapımcısına göre bu bir "sanat projesi". Bir nevi intihar deneyimi simülasyonu. Hikaye gerçekten çok absürd, mekan oldukça rahatsız edici. Verilen görevleri yapmak dışında etrafa bakınmakta fayda var çünkü orada burada gizlenmiş garip notlar, fotoğraflar ve her yere dağılmış palmiye resimleri - ki onların üzerine de çeşitli notlar yazılı, hikayeyi rahatsız edici kılan detaylar. Oyunun sonunda karşımıza başka intihar senaryoları çıksa da, maalesef bu senaryolara sadece uzaktan bakmakla yetiniyoruz. Devamı getirilemediği için mi yoksa tek hikayeyi interaktif bırakmak için mi orasını bilemiyorum.
Depression Quest
Kendisine bir depresyon simülasyonu diyebiliriz (!) Ben oynarken sinir krizi geçirdim ama herhalde depresif bir insan oynarsa gerçek anlamda daha da depresyona girebilir. O kadar iç kıyıcı bir oyun. Müziğinden tut, karakterin uyuzluğuna kadar - sevgili depresifler no offense. Çoktan seçmeli, metin tabanlı bir oyun. Seçtiğiniz seçeneklere göre daha depresif bir moda girerseniz, iyi seçeneklerin üzeri otomatik olarak çiziliyor ve seçemiyorsanız. Ancak benim gibi adamı sürekli dışarı çıkmaya, insanlarla görüşmeye zorlarsanız, depresyonun derinliklerine girmeden olayı atlatabilirsiniz sanırım. Yoksa kızdan da ayrılıyorsunuz haberiniz olsun.
Serena
Tek mekanda geçen bir gizem çözme hikayesi olan Serena, "point&click" oyunlarından. Oyunun amacı etraftaki objelere tıklayarak, karaktere karısıyla ilgili anılarını hatırlatmaya yardımcı olmak. Oldukça basit ve kısa bir anlatıma sahip, bu yüzden dolayı olacak ki oyunu tek oturuşta bitirmek gerekiyor çünkü save etme özelliği yok. Türü korku olarak geçse de pek korku öğesine sahip değil, sadece bir iki korkunçlu tablo mevcut, bir de atmosfer yaratan saat tik takları. Başta klişe gibi gözükse de sona yerleştirilen küçük twist (ki o da klişe bir twist sayılabilir), hikayeyi aşırı tahmin edilebilirlikten kurtarmış.
To Burn in Memory
Kesinlikle çok sıkıcı. Oyun mu oynuyoruz kitap mı okuyoruz belli değil. Metnin içinde o kadar kayboldum ki ne oyunun amacını anlayabildim ne metnin kendisini. Okuduklarıma göre sanırım olmayan bir şehrin keşfedilmesi üzerinden yola çıkan bir oyunmuş, fakat hiç bir görsellik olmaması, hatta ses bile adam akıllı olmaması, ve metnin sürekli kendini tekrarlayarak aynı yere dönmesi, oyunu işin içinden çıkılmaz bir hale sokuyor - en azından benim için bu böyle.
Only If
Benim için "rage quitting"in vücut bulmuş halidir kendisi. Saçma sapan bir hikaye, bağırıp çağıran kaba saba bir adam. Hadi sonunda bir yere varsa içim yanmayacak, ama o da yok. Anthony isimli gencimiz "çılgın" bir parti ertesi parti evinin yatakodasında uyanır ve bu kaba saba adam tarafından mütemadiyen taciz edilir. Önümüze iki kapı çıkar, ama yaptığımız seçim hiç bir şeyi değiştirmez. Yine de iki oyunu da oynamak zorunda kaldım ben nedense. Oynanabilirlik yerlerde, sinir hastası olmamak elde değil. Grafikler, mekanlar güzel ve ilgi çekici olsa da, oyun kesinlikle oyuncuyu içine almıyor.