3 Nisan 2017 Pazartesi

Mart Ayında İzlediklerim

1. Raman Raghav 2.0 (2016)



Hint sineması konusunda feci önyargılarım olmasına rağmen Anurag Kashyap'ın son polisiye hikayesinin görselleri bi şekilde beni çekmeyi başardı ve önyargılarımı göz ardı ederek bu uzun filme giriştim. Sonuç hiç de fena değil. Raman Raghav, Mumbai şehrini 60lı yıllarda terörize eden bir seri katil, fakat filmin başında da dediği gibi: bu film onunla ilgili değil. Daha çok ismi referansına koyarak öfke ve kibiri etkilerini öldürme eylemine bağlayan bir polisiye hikaye. Tabii klişeler mevcut ve çok ağır bir tempoya sahip. Soundtrackleri ayrıca dinlemeye değer, kendine çeken bir açılış jeneriği var fakat jeneriğin dinamiği filme pek yansımamış. Klasik bir seri katil nasıl oluşur hikayesine Hint dokunuşu yapılmış ve ortaya Raman Raghav 2.0 çıkmış.

Puan: 3/5

2. Under the Shadow (2016)



Korkunun bilinmez (the uncanny)'den kaynaklandığı, ruhani korku filmi türündeki bu İran yapımı, her ne kadar korkutan varlık Djinn ismi verilen ruhani yaratık olsa da, devrim sonrası 80'ler İran'ında kadın olmak alt metinli bir temaya sahip. Anne çocuk ilişkisi üzerinden ilerleyen film bana Babadook'u anımsattı. Tempo yine oldukça yavaş, ruhani varlığın seyirciyle buluşması benim fikrimce biraz geç oluyor. Nedense son dönem korku filmleri arasında iyi bir örnek sayılıyor fakat bence overrated bir film. Belki de bundan önce Babadook geldiği için Under the Shadow'a pek ısınamadım. Evet herhangi bir hayalet hikayesi olmadığı su götürmez bir gerçek ve evet bir kadın filmi olmasından dolayı göz önünde bulundurulmayı hak ediyor. Fakat post-korku sineması hareketiyle minimal sinema öğelerinin kullanılması trendi beni biraz baymaya başladı. 

Puan: 3/5

3. King Cobra (2016)


Ve karşımızda bir başka James Franco saçmalığı daha. Evet saçmalık diyorum her defasında aynı şey oluyor fakat şeytan tüyü müdür nedir, adamı sevmekten ve ne yapsa izlemekten kendimi alamıyorum. Her defasında da bir saçmalık. Fakat neyse ki bu saçmalıklar izmelesi keyifli saçmalıklar oluyor. Tıpkı King Cobra gibi. Fragmanı ilk izlediğimde Spring Breakers tonu taşıması beni heyecanlandırmıştı ve her zaman gay hikayelerine bayılırım, ne kadar kötü olurlarsa olsunlar. Bu da ünlü gay porno yıldızı Brent Corrigan'ı anlatıyor ve onun etrafında gelişen porno sektörü entrikalarını. Film o kadar yüzeysel bir anlatıma sahip ki, sadece benim gibi gaybaiting'den etkilenenler için yapılmış. En azından daha çok gay seks görebilirdik:(

Puan: 2/5

4. Neighbors 2: Sorority Rising


Kafamda James Franco'yla aynı kaderi paylaşan bir başka isim de Seth Rogan. Onun filmlerini de kesin bok gibi olacak ama hadi izleyeyim de biraz kafamı dağıtayım diye başlayıp, tahammül edemeyerek bitiriyorum. Neighbors'un birincisinden daha tahammül edilemez diye ne olur diye düşünürken ikincisi ondan bin beter çıktı. Hem de bu sefer sorority meselesine değinip sözde bir feminizm dokundurması yapmaya çalışmışlar. Ya lütfen, bırakın artık şu feminist meselesini, filme iki asi kadın koymakla feminist olunmuyor abi. Kesin artık sesinizi. Bu işi de kadınlara bırakın. 

Puan: 1/5

5. Captain America: The Winter Soldier (2014)


Son dönemlerde tezle cebelleştiğim için Marvel filmlerinden baya bi geri kalmıştım. Bu ay bu açığımı kapattım diyebilirim. Captain America: Winter Soldier, benim için serinin (buna Avengers da dahil) en iyilerinden biri. Nedense son çıkan süperkahraman filmleri hep güldürmeye kasan, yersiz ilkokul esprileriyle donatılmış bir komedi anlayışı furyasına kapıldı, fakat Winter Soldier bu yönteme başvurmadan hikayesini çok güzel oturtmuş. Karakterler daha iyi oturmuş ve değindiği konular da çerez meseleler sayılmaz. Klasik kostümüyle dönüş yapması da ayrı bi güzeldi. Good job Steve.

Puan: 4/5

6. Captain America: Civil War (2016)


Bir yanlışlık yapıp Avengers: Age of Ultron'dan önce Civil War'u izledim. Zaten Captain America'dansa bi Avangers filmi gibi. Yan roldeki karakterler Captain America karakterinden daha baskın ve bu yüzden de hikayenin odağı biraz şaşıyor. Black Panther ve Spiderman gibi karakterler kendi filmleriyle karşımıza çıkacakları için, bu film bir nevi onları ön plana çıkarma üzerine çekilmiş gibi. Özellikle Spiderman karakteri beni çok büyük hayal kırıklığına uğrattı diyebilirim. Benim için Peter Parker her zaman Tobey Maguire olarak kalacak. Winter Soldier'dan sonra Civil War etkiyi olduka düşürmüş. 

Puan: 3/5

7. Doctor Strange (2016)


Marvel'ın en sevdiğim uyarlaması açık ara Doctor Strange oldu. Hem casting'iyle hem psychedelic magical görselleriyle izlemesi en keyifli Marvel uyarlamalarından biri. En sıkıntılı bulduğum nokta yine o 'güldürelim' mantığı bizi Dctor Strange'i soğuk espriler yaparken izlemeye zorluyor. Bunun dışında kesinlikle çok eğlenceliydi, Winter Soldier kadar ciddi bir hikaye anlatımı olmasa da Doctor Strange serisinin devamını sabırsızlıkla bekliyorum.

Puan: 4/5

8. X-Men: First Class (2011)


X-Men frenchise'ı oldukça tatmin edici bir şekilde yeniden hortluyor. Bence bu yeni seride problemli olan tek şey Jeniffer Lawrence'ın Mystique rolü. Bir insan bi karaktere bu kadar mı yakışmaz. Hangi akla hizmet ki böyle bir casting hatası yapılabilinir. Tamam kadın iyi olabilir, Hollywood's sweetheart olabilir ama her role de onu yapıştıracak değiliz. Tatlı bir Wolverine cameosu mevcut, karakter gelişimleri oturaklı. Yeni seriye güzel bir boostla başlatıyor X-Men severleri.

Puan: 3.5/5

9. X-Men: Days of Future Past (2014)



Serinin açık ara en iyi filmi. Genel olarak Marvel filmleri arasında da iyiler arasında rahatlıkla sayabilirim. Son sekansta fan service'in dibine vurarark 2000lerin başında bıraktığımız X-Men üçlemesini bize hatırlatıp nostaljiyle gönülleri fethetmeyi başarmışlar. Tabii ki bunların dışında bir de sevgili Evan Peters tarafından canlandırılan Quicksilver faktörü var. Bir fangirl olarak kendisine ayrı bir film yapılmasını talep ediyorum. Ve bir de yine Jeniffer Lawrence problemi var maalesef.

Puan: 4/5

10. X-Men: Apocalypse (2016)



Evet yine bir fanserice söz konusu. O kadar çok karakter var ki hikaye bu karmaşanın içinde kaybolup gidiyor. Jane Grey'i görmek güzel olsa da yine de bu kadar dağınık bir karakter kalabalığındansa hikayeye biraz daha odaklanılması X-Men frenchise'ının akibeti için daha iyi olur diye düşünüyorum. Yine Quicksilver öne çıkan karakterlerden biri ve yine Jeniffer Lawrence'ı  Mystique olarak görmek bende cringe effect yaratıyor. Üzgünüm J. 

Puan: 3/5

11. Logan (2017)


X-Men serisine başlamışken, bu ay vizyona giren Logan'la devam etmemek olmazdı. Sanırım filmle ilgili o kadar iyi yorum duydum ve beklentimi yükselttim ki, sinemadan çıktığımda bu aralar filmlere olan genel tavrımı tanımlayan şu cümle vardı aklımda: overrated. Evet oldukça overrated. Ya da ben Wolverine'in kızını oynayan kızdan hiç ama hiç hoşlanmadığım için tüm filmi iticilikle izlemek durumunda kaldım. Kesinlikle yanlış bir casting olduğunu düşünüyorum. O kadar ısınamadım ki, hikayenin temelini oluşturan o baba-kız ilişkisinin içinde de hiç bir şekilde giremedim. Kahramanlık hikayesinin karanlık yüzü ve melankolisi güzel verilmiş olsa da, overrated mi overrated arkadaş.

Puan: 3/5

12. Lights Out (2016)


Oldukça başarılı bir kısa film uzun metraja aktarıldığında nasıl rezil olur bunu Light Out filminde görebiliriz. Aynı isimli kısa filmden uzuna uyarlanan film, kısa filmdeki korku etkisini uzunda hiç bir şekilde verememiş, hatta kendini komik duruma düşürmüş diyebilirim. Çünkü hikaye konusu gereği bir durum korkusu üzerine ilerliyor ve bu durum korkusu türü kısa metrajlı bir film için harikalar yaratabilirken, uzuna geçtiğinde saçma bir boşluk doldurma öyküsüne dönüşüyor ve korku öğesi gereksiz diyalogların, uzatılmış ve etkisini yitiren sahnelerin altında ezilip gidiyor. Oldukça başarısız bir çaba.

Puan: 2/5

13. Blair Witch (2016)



Blair Witch'i bir remake olarak mı değerlendirmek gerek yoksa bir sequel mı? Sanırım bir remaketense sequel olmaya daha yakın bir aday diyebilirim. Tabi her deneme gibi bu deneme de oldukça sallantıda. Blair Witch'in o nostaljik havasını bize yeniden yaşattığı için bi tık hoşuma gitse de sonunda cadıyı açığa çıkararak ilk filmin verdiği bilinmezlik korkusunu bozmuş olduğundan dolayı başarılı bir sequel olduğunu söyleyemem. Ve tabii ki 2010'larda çıkan hemen hemen her found footage tarzı korku filmi gibi can sıkıcı derecede tahmin edilebilir jump scarelare sahip.

Puan: 3/5

14. Meatball Machine (2005)



Yani şimdi ben bu filme ne diyebilirim ki, şu görsele bir bakın. İzlemesi kesinlikle çok keyifli fakat bunun tek nedeni Yoshihiro Nishimura'nın özel efektleri ve makyajları. Onun dışında hikaye absürdizmin sınırlarını zorluyor. Tabii bu genre'ya bakacak olursak mutasyona uğramış bedenlerin alt metninde Hiroshima etkisi olduğu okumasını yapabiliriz. Fakat bu başka bir yazının konusu olsun. Japon beden/korku sineması her zaman için ilgi çekici olmaya devam edecek.

Puan: 3/5

15. Avengers: Age of Ultron (2015)



Ben gerçekten bu Tony Stark denilen hıyarın neden bu kadar sevildiğini bir türlü anlayamıyorum. Bu kadar itici bi adam daha olamaz, ukalalığı batsın. Yani evet film yine eğlenceli, süperkahramanlar falan filan, aksiyon vs. kafamız dağılıyor güzel. Ama hikaye, anlatım biraz dağınık. Sanırım biraz artık durum şuna dönmüş ki, ya biz bu fanlara ne versek yerler. Nitekim bundan sonra gelen Civil War'da da aynı mantık söz konusu. Karakter bombardımanı ve sallantılı bir hikaye.

Puan: 3/5

16. Contracted: Phase II (2015)



İlk filmi izlediğimde beni pek de etkilememişti, fakat ikinci filmdeki beden korkusu öğesinin yerinde kullanımı, ilk filme tekrar dönüp bakmamı sağladı. Evet aslında hiç de fena olmayan bi mesele söz konusu. Hatta senaryo biraz daha altı dolu yazılmış olsa ortaya feminist bir body horror eseri çıkabilirmiş diye düşünmedim değil. Beden korkusu ve buna bağlı olarak mizah öğesi çok iyi ve ölçülü. Ne korku komedi türüne kayıyor ne de bir torture porn rezaletine dönüşüyor. Fakat işte senaryo çok sallantıda, bu da filmi yüzeysel bir korku olmaktan öteye taşıyamıyor. STD korkusu olanlarda ekstra bir korku yaratması muhtemel.

Puan: 3/5

17. Nina Forever (2015)




Yani bu rezalet hakkında çok fazla konuşmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Temelinde eski sevgilinin anılarından kurtulma/kurtulamama hikayesi taşıyor. Fakat anlatım korkunç derecede kötü. Sadece cinsellik ve iki gram kan kullanarak korku filmi yapılabildiğini düşünen yeni yetme yönetmenimiz oldukça rezil bi şekilde bocalamış. Tahammül edilemeyecek kadar kötü. Satir desen değil, beden korkusu desen değil. Ne olduğu belirsiz bir zaman kaybı.

Puan: 1/5

18. Maniac (1980)




2012 yapımı bir adet de remake'i bulunan bu film, her zaman için orijinallerin daha iyi olduğunu bir kez daha kanıtlamış. Orijinal versiyonundan önce remakeini izlemiş ve bir remake olduğunu göz önünde bulundurarak ortalama bir korku filmi olarak değerlendirmiştim. 80 yapımı versiyonu izleyince avant garde tonda bir slasherla karşımıza çıkıyor ve evet remake'i avant garde havayı maalesef yakalayamamış, onun dışına POW çekimle 2000ler sonrası found footage sinemanın popülerliğini tekniğine yedirmeye çalışmış. Hikaye anne takıntılı bir seri katili anlatıyor. Ve korku sinema tarihinde kült sayılabilecek harika bir sonla bitiriş geliyor.

Puan: 4/5

19. Hollywood Chainsaw Hookers (1988)



Sanırım başlık her şeyi anlatıyor. Film hakkında diyecek pek bir şey yok. 80ler korku sinemasından hoşlanan biri için bile fazla vasat kaçıyor. Fikir güzel, düşünce güzel, ismi heyecanlandırıyor, fakat filmi izlemeye başlayınca ilk yarım saatten sonra trash sinema severleri bile tatmin etmeyecek bir yüzeyselliğe bürünüyor.

Puan: 2/5

20. Nocturnal Animals (2016)



Bu senenin en beğenilen filmi olması fikrine bir türlü anlam veremediğim bir film Nocturnal Animals. Yani evet sürekli bunu söylüyorum ama overratedse overrated yapacak bir şey yok. Bir kere bu filmi sevenler öncelikli olarak şunu düşünmeli, zengin beyaz hanımefendimiz duygusal sevgilisini güçsüzlük gerekçesiyle bırakır, daha sonra bu eski sevgili ayrılık acısını bastırılmış intikam güdüleriyle beslenen, misogynist bir tonda yazılmış, iki kadının kurban verildiği ve kendisinin de sonunda bir şehit olarak resmedildiği bir romana aktarıp bunu zengin bayan hanımefendimize yollar ki, acısından pişmanlığından kahrolsun. Sanırım bu hikayeyi Tom Ford değil de, intikam hikayeleri konusunda üst mertebeye ulaşmış Park Chan Wook çekseymiş, çok daha iyi bir film olurmuş. Böyle oldukça yüzeysel bir ayrılık hikayesine dönüşmüş.

Puan: 2.5/5

21. The Possession of Michael King (2014)



Yani bilmiyorum ya. 2000'ler sonrası patlayan bu found footage furyası daha ne kadar değişik bir şey yapabilir ki. Artık sanki her şey tükenmiş gibi. Bir de hep mi paranormal olmak zorunda bu türde çekilen her film. Tamam fena sayılmaz, idare eder, orta karar bi film. Evet yine bi ruh girme hikayesi var, kötü eleştiriler alsa da ben çok da kötü bi film olduğunu düşünmüyorum. Korku öğesi jump scare sahnelerle gözümüze sokulmaya çalışılsa da, onun dışında hatrı sayılır bi kaç sahne olduğunu düşünüyorum. Kesinlikle sıkıcı değil, keyifle izleniyor.

Puan: 3/5

22. Passengers (2016)




Evet her ne kadar sci fi görünümünde olsa da buna kanmayın, Passangers aslında bir romantik komedi. Başlangıç olarak bir şeyler vaat etse de, Jeniffer Lawrence'ın devreye girmeseyle işler boka sarıyor. Ben hala Jeniffer Lawrence'ı neden her yere yerleştirdiklerini anlayabilmiş değilim, kadın her role gitmiyor işte şunu bi anlayın artık. Sevimli olabilir ama olmuyor. Belki hetero bir çift yerine gay ya da lezbiyen bi çift anlatılsaydı film pozitif ayrımcılığımın filtresinden geçip sevebileceğim bir film konumuna gelebilirdi ama gerçekten artık her yere yerleştirilen hetero aşk hikayelerinden sıkıldım. Bırakın sci fi olacaksa adam gibi sci fi izleyelim.

Puan: 2/5

23. #Horror (2015)



Adından da fark ettiğimiz üzere film online bullying ile ilgili bir korku filmi, fakat bence korku filmi demeye bin şahit ister. Daha çok Sophia Coppola'nın Bling Ring'inin yaş ortalaması düşürülmüş hali gibi bir şey. Online bullying diyince aklıma Tokyo Gore School gibi örnekler geldiği için bu film oldukça hafif kalmış. Evet mesele üzerine düşününce korkutucu bir gerçek var fakat korkutucu gerçeklerle yüzleşmek bir filmi korku filmi kategorisine koymak için yeterli değil. Eğer filmde Chloe Sevigny'nin oynadığı art bitch karakteri olmasaydı tahammül edilemezlik boyutu iki katına çıkabilirdi.

Puan: 1/5

24. 31 (2016)



Bence biri Rob Zombie'ye auteur yönetmen olmanın anlamının sürekli olarak aynı filmi çekmek olmadığını anlatmalı. Her izlediğim filminde bu adamın korku filmi yapmayı kesinlikle bilmediği düşüncesine yine kapılıyorum. Lütfen önce senaryo yazmayı öğren sevgili Rob.

Puan: 2/5

25. Always Shine (2016)



Yani eğer sassy kadın oyuncuların yer aldığı kadın hikayelerine karşı zaafım varsa ne yapabilirim. Hele ki bu kadınlardan biri Mackenzie Davis ise. Evet Mulholland Dr. ve Persona kırması ve orijinalitesi eksik bir filmle karşı karşıya olabiliriz. Fakat sevdiğim bir konuyu farklı anlatımlarla izlemekten şikayetçi olduğum söylenemez. Bu ay izlediğim 29 film arasında, listemdeki Marvel uyarlamaları dışında en çok sevdiğim film. İzleyin, izletin. 

Puan: 3.5/5

26. Escape From Tomorrow (2013)



Gerçekten artık erkek fantazilerinin domine ettiği, eril kafalı filmler izlemekten bıktım. Evet her filmin içinde maruz kaldığımız minor eril bil dil olabiliyor, fakat bu biraz dozunu kaçırmış. Disneyland'da gizli kameralar kullanılarak çekilmiş bir film olması bu filmi takdir edilmesi gereken bir film yapmıyor. Öncelikle rahatsız edici eril kafasını ve baş karakterini düzeltmesi gereken bir hikaye yazmalıydı. Daha sonra ne guerillalık yapmak istiyorsan yapabilirsin. 

Puan: 1/5

27. Green Room (2015)



Yine benim overrated bulduğum ve genel çevre tarafından inanılmaz beğenilmiş bir gerilimle karşı karşıyayız. Yani ya ben filmi hiç anlamadım, ya da social commentarynin bu kadar gözümüze sokulduğu şeylerden pek hoşlanmıyorum. Film hakkında söyleyebileceğim çok fazla bir şey yok çünkü izlerken aşırı sıkıldım, bu yüzden dolayı da dikkatim inanılmaz dağıldı. Dikkatimi çekemeyen bir filmin de benim görüşüm için iyi bir film olduğunu düşünmüyorum. Her ne kadar anlatmak istediği mesele 'önemli' bir mesele olsa da. Şöyle bir yorum okudum filmle ilgili: Sanırım sadece google'a skinhead ve punk yazıp yapılmış bir film. Çok doğru bir yorum.

Puan: 2/5

28. I Am Not a Serial Killer (2016)



2016'nın bir başka overrated gerilimi. Şimdi son dönemdeki gerilim filmlerine bakarsak, bu arthouse sinema çevresinin benimsediği bir tür yaratılmış olduğunu görüyoruz. Bu 'inner demon' hikayesi, yani içimizdeki iblisler vs. Nedir bu tam olarak, bizim içimizde yatan o şiddet dürtüsü, öldürme arzusu, öfke vs. gibi iblise atfedilen durumlar. Yani her insanın içinde bunlar vardır ve açığa çıkmayı bekler gibi bir mottoyla ilerleyen filmler silsilesi. Bu film de benzer bir konuya sahip. Ben artık baş karakter olarak seri katillere ya da ölüme kafayı takmış yağlı saçlı bir nerd görmekten sıkıldım arkadaşlar. Bunu zaten Wes Craven Scream serisinde kendinin de bir parçası olduğu slasher türüne referans vererek başarılı bir şekilde yaptı. 

Puan: 3/5

29. Pet (2016)




Bu seferki yorumum listenin genelinde yaptığım yorumdan biraz faklı olacak. Overrated değil de underrated benzetmesini kullanacağım. Evet kesinlikle underrated. Tamam mükemmel bir film değil, tamam çok iyi olduğunu da söyleyemem fakat aldığı kötü yorumları hak eden bir film olmadığını düşünüyorum. Korku dozu gayet yerinde, nispeten tatlı bir twist endinge sahip ve kötü karakter kim algısıyla başarılı diyebileceğim şekilde oynuyor. Potansiyel kesinlikle çok yüksek, gerilim dozu da fikre kendinizi kaptırırsanız sizi ele geçirebilecek türden. Beden korkusu temasına bile değinmiş. E tamam daha ne istiyoruz ki.

Puan: 3.5/5

8 Ocak 2017 Pazar

Yuri!!! on Ice / ユーリ!!! on ICE (2016)

Free! bittiğinden beri homoerotik anime konusunda eksiklikler çekiyordum ve en sevdiğim temalardan biri olan yaoi fanservice ile harmanlanmış Yuri on Ice ile karşılaştım. Elbette Free! ile yarışacak güzellikte değil fakat gayboy izleme ihtiyacımı karşılamaya yetti diyebilirim.


Free gibi Yuri on Ice da bir spor animesi. Yuri isimli Japon buz patencinin yükseliş öyküsünü anlatıyor. Yuri son kayışında oldukça kötü bir sonuç alır ve hayal kırıklıklarıyla Japonya'ya geri döner. Dünya şampiyonu ve Yuri'nin büyük hayranı/aşkı olan rus patenci Viktor, Yuri'nin tekrar piste dönmesi için ona koçluk teklifinde bulunur. Şimdi karakterlerimizi daha detaylı tanıyalım:

Yuri Katsuki

Yuri klasik bir uke (yaoilerde utangaç çekingen karakterler, stereotipik tanımlamasıyla, ki zaten komple stereotiplerden oluşuyor o da ayrı konu, bottom diyebiliriz) karakter olarak karşımıza çıkıyor. Her ne kadar serinin ana karakteri olsa da maalesef kendisi favorilerim arasında yer almıyor. Zaten sürekli düşüp durmasına rağmen nasıl yüksek puanlar aldığını anlamış değilim. Bir başka problem ise tahammül edilemez derecede ezik bir karakter olması. Evet belki bu durum üzücü ve Yuri'ye acımamız gerekiyor ve evet belki de piste çıktığında o ezik Yuri'den eser kalmıyor (ki bence kalıyor), ama yine de sevimsiz ve sevimsiz kalmaya devam edecek.


Viktor Nikiforov

Serimizin yakışıklı seme'si (yani top karakteri) rus dünya şampiyonu Viktor. Aslında bir seme için fazla minnoş bir karakter, fakat yaoilerdeki tüm seme'ler gibi kendine inanılmaz güvenli, yeri geldiğinde ukala, yeri geldiğinde duygusal ve tabii ki vücudunu sergilemekten çekinmiyor. Kendisi bana biraz Junjou Romantica'daki Akihiko Usami'yi anımsatmadı değil, bu muhtemelen Makkachin isimli köpeğine olan düşkünlüğünden kaynaklanıyor. Viktor'u seviyor muyum? Bilemiyorum, o da biraz fazla aklı havada sanırım.

Yuri Plisetsky
          
Hikayedeki bir başka Yuri, Rus patencimiz. Kendisi aynı zamanda favori karakterim olur. Ukala, snob, soğuk nevalenin teki. Adeta bir dream boy. Leopara olan düşkünlüğünden tutun da androjen vücuduna kadar hayallerimin erkeğini oluşturuyor. Viktor'dan da Japon Yuri'den de, ve diğer bütün patencilerden de daha iyi bir patenci Yuri Plisetsky. Buz pistine çıktığında Yuri'yi izlemek orgazm olmak gibi bir şey. Hırsıyla ve öfkesiyle ekstra büyüyor, ekstra güzelleşiyor. Canım Yuri.

Şimdi finalde yarışan diğer patencileri hızlıca geçiyorum:


Otabek Altın

Bu suratsız Kazak sporcu sevgili Rus Yuri'ciğimin homoerotik interesti. Küçükken Yuri ile birlikte çalışmış daha sonradan ülkesine dönmüş ve buz pateni dalında Kazakistan'ın adını duyurmak konusunda çok kararlı. Peki nasıl kayıyor Otabek, çok aklımda yer etmedi açıkçası. Ama Yuri'ye olan ilgisi pek tatlıydı.

Christophe Giacometti

Rus Yuri'nin ardından bir diğer seks bomb olan Christophe, yarışmaya İsviçre'den katılıyor. Viktor'a hayran kalıp patene başlayan Chris, homoerotizmde de Viktor'un sınırlarını zorluyor. Pistteki ilk performansı akıllara zarardı.


Phichit Chulanont


Japon Yuri'nin kankalarından biri Phichit. Bence pistteki performansı oldukça kötü, hiç de dikkat çekici bir karakter değil. Finale kalmayı da hak etmiyordu. Ama işte eğlenceli, sempatik, her animede olması gereken şaklaban karakterlerden biri olduğu için finale kadar tutmuş olsalar gerek.

Jean-Jacques Leroy

İşte ikinci favori karakterim. Kanadalı sex bomb JJ. Straight olduğu belirtilen nadir karakterlerden biri. Ukalalığının ve maskülenliğinin altında kırılgan bir papatya yatıyor. Bunu final bölümünde JJ ile birlikte hepimiz tecrübeliyoruz. Zavallı JJ, ikinciliği sen hak ediyordun.

Evet karakter tanımlarından sonra tekrar genel olarak Yuri!! on Ice'a bakacak olursak vasatın üzerinde bir animeyle karşılaşıyoruz. Homoerotizm ve yaoi fanservice olmasaydı, birbirini tekrarlayan hareketlerden oluşan sahneleri izlemekten sıkılabilirdik, ki muhtemelen yaoi fansercive'e ilgisi olmayan pek çok insan sıkılır. Bu genre'ye ilgisi olan insanlar da ben (evet ergenim) ve liseli geek kızlar olarak sınırlandırılabilir.

Açılış şarkısı şimdiye kadar izlediğim animeler arasında en kötüler arasına girebilecek bir şarkı, fakat bitiş şarkısı da buna tezat olarak bir o kadar keyifli. Animasyonları da hikayesi gibi vasat olarak nitelendirebilirim. Karakter tasarımları, Yuri Plisetsky gibi bir harikalık yaratmak dışında aynılaşmanın ötesine gidememiş. Free'nin aksine karakterlerin motivasyonları çok sınırlı kalmış, yeterince derinleşemiyoruz. Gerçi Free'de de bu olay ikinci sezonda oturuyordu ama Yuri on Ice'ın ikinci sezonu çıkarsa izlemek isteyeceğimi sanmıyorum. Belki sadece Yuri Plisetsky'nin olduğu sahneler olabilir.

*spoiler*
Animede en çok hoşuma giden sahnelerden biri Japonya'da same sex marriage olmamasına rağmen Viktor ve Yuri arasındaki yüzük takıp nişanlanma sahnesiydi diyebilirim. Sanırım Japonya'daki LGBT meselesi üzerine bu sahne ayrı bir önem teşkil ediyor. Ama onun dışında evlilik mevlilik pink marriage bunlardan bize ne di mi?